Okunan her kitap, aklın ve gözlerin rengini değiştirir. Linki verilen "Gökyüzü Kitapevi" sizler için hazırlanmıştır.
Şu an üç farklı seri yazım devam etmektedir. Okumanızı öneririm.
Bilim ve Teknoloji alanındaki gelişmelerden haberler... İşinize yarar :)
İslam'ı bilmeden savunmayın. Okuyun, anlayın benimseyin ve sonra savunun.
"Onur" ile "Çağlar" arasında geçen edebi sohbetleri içermektedir.
Belli alanlarda isim yapmış insanlarla mini "polemik" yapmaktayım. Paylaşımlarınızı ve katkılarınızı bekliyorum.
Değişik konularda mizah içerikli paylaşımlar yapmaktayım. Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın :)
Home »
Makale-2006
» Masumi Toyotome Elestirisi
Masumi Toyotome Elestirisi
Gönderen : Onur Çağlar Tarih : 20 Ağustos 2017 Pazar Saat : Ağustos 20, 2017
Masumi Toyotome İsimli Yazarın “Sevgi”sine Bir Yüzeysel Eleştiri
“Masumi Toyotome” isimli şahsın “sevgi” üzerine kaleme aldığı yazıyı sanırım hepiniz üç-beş kere okumuşsunuzdur. Sık sık sitelerde ya da sitelere bağlı gruplarda veya forumlarda falan yayınlanıp durur...
Konuyu dağıtmadan, şöyle bir kuşbakışı yapalım bu yazıya:
Masumi Toyotome sevgileri üçe ayırırken muhtemelen “masumca” ayırıyor.
Bakalım nasıl ayırıyor, kıstasları nelermiş?
Birincinin adı “Eğer” türü sevgiymiş! .. Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar!
Örnekler veriyor: “Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.”
Örneklerden de anlaşıldığı üzere sevmenin bedeli olarak şart kipi kullanılmış. Verdiği örneklere bakalım:
1] “Eğer iyi olursan baban, annen seni sever”
Yazar bu örneği sanki 5-6 yaşlarındaki çocuğa vermektedir. Eğer bu tahminim doğruysa (ki yazar kesin konuşmuyor, hep yuvarlak, her yana çekiştirebilecek “tanımlamalar” içinde bulunuyor) 5-6 yaşındaki bir çocuk henüz bu kavramı bilince çıkarmış değildir. Kaldı ki “iyilik” ve “kötülük” kavramları sınıfsal duruma göre değişiklik oluşturduğu için görecelidir de. Bu yüzden iyilik veya kötülük “karakterlerini” seçecek durumda değildir. Çocuk yapısı gereği “şimdilik kendi mutluluğu” peşindedir.
Eğer bu örnek yetişkinlere yönelik ise yazarımız çuvallamaktadır: Yetişkin bir insan “Ya dur, ben azıcık iyi olayım da annem-babam beni biraz sevsin, ben de mutlu olayım!” gibi bir düşünceye sahip olarak eyleme yönelmez. Yazar bu önermeyi laf olsun diye yapmış galiba.
2] “Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim”
Başarılı ve “önemli kişi” olmayı herkes ister. Ama akıl almaz bir toptancı ve düz mantıkla sanki insanların tüm koşulları ve yetenekleri aynıymış gibi, sanki önemsiz ve başarısız bir insan olmayı isteyenler varmış gibi yazıyor. Aklı sıra başarıya ve kariye yönlendirme yapan(!)bu önerme, tam da soba arkası kedi bakışı niteliğindedir. Kendini akıllı, karşısındakini de aptal sanan yazarın bu önermesini ben çok aptalca buluyorum.
“Eğer” türü sevginin(!) son örneğine gelelim:
3] “Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.”
Her ne kadar “eş” derken cinsiyet belirtmese de, yazının tamamına paylaşımdan, bilimsellikten ve hoşgörüden uzak, tipik bir burjuva erkek anlayışı damgasını basmaktadır. Diyelim ki bir önceki örnekte olduğu gibi eşin “senin isteklerini karşılama”ya çalıştı ama koşulların uygun olmayışından, yetersizliğinden veya başka bir gerekçeyle yerine getirememiş (lütfen dikkat edin, yeterlilik kipi kullanıyorum) olsun. Eşini sevmeyecek misin? İlla ki senin beklentilerini yapmak zorunda mı? Eşin senin beklentileri karşılama memurun mu yoksa? Peki, sen eşinin beklentilerini ne kadar yapıyorsun?
Yok yok, ucube bir koşul bu...
Benim anlayışımda “Eğer” türü sevgi olamaz. İğrenç bir egoistlik kokusunun merkezidir bu sevgi(!) türü...
İkinci tür sevgiyi “çünkü”ye bağlayarak açıklıyor yazarımız:
“Bu tür sevgide kişi, birşey olduğu, birşeye sahip olduğu ya da birşey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır”.
diyor ve örneğini veriyor:
”Örnek mi? .. 'Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!) ' 'Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki..' 'Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki..' 'Seni seviyorum.Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki..”
Yazarımızın verdiği bu dört örneği inceleyelim:
1] “'Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!)”
Yazarımız sevgiyi dış görünüşle, bir başka anlamıyla ambalaja bağlıyor. Yine ataerkil burjuva mantık silsilesi devam ediyor: “Çünkü çok güzelsin!” Evet, güzel olmasına güzel olabilir de, o fiziki güzelliği taşıyanın genel insani erdemleri başta olmak üzere ne kadar toplumsal olduğunun önemi yok mu?
Yok! Yazarımıza göre güzel (veya yakışıklı) olması yeterlidir.
Burjuva anlamdaki bu “güzellik” kavramının seks ile aynı olduğunu, özdeş olduğunu söylemenin gereği yoktur sanırım. Bu yaklaşımın “Çok güzelsin! Sabahlara kadar sevişsem doymam!”dan başka bir anlamı var mı?
Yok!
Örneğinin sonuna “yakışıklısın!”ı ekmesi hikaye... Eşit davranmak istediğinden değil, hitap alanını genişletme isteğinden “yakışıklılığı” eklemiş.
2] “Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki..”
İşte sevmenin gerekçesi!
Burjuva mantık bundan ileri gidemez zaten. Son nokta burasıdır, çünkü bu anlayış içinde tüm sevgiler, sonuç olarak bu şekilde çıkara dayalıdır. Ve bundan dolayıdır ki, günümüzdeki evlilikler (ya da sevgiler) esas anlamıyla en küçük “ticari anlaşmalardır” ve bu evlilik ve aile biçiminin tamamen ortadan kalkması gerekmektedir. Burjuva mantık, yukarıdaki yaklaşımla insanların duygularını da böyle metalaştırmakta, böyle sömürmektedir.
3] “Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki..”
Yukarıdaki örneklere bakarak bu örneğin ne kadar tartışmalı olduğunu rahat söyleyebiliriz. Kaldı ki bozuk bir saatin günde iki kere doğruyu göstermesinden öteye gidemez. Ne güveni? Mücevher alma, bar-pavyon gezme, eroin kokain çekme “güvencesi” mi? Neyin güvencesi bu?
4] “Seni seviyorum.Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki..”
Ne diyeyim şimdi bu saçmalığa ben? Aynı önceki örnek gibi... Onun bir devamı olmuş sadece.
Geçiyorum ve diyorumki: Benim anlayışımda “çünkü “ türü egoizmi zirveye çıkaran bir sevgi(!) olamaz. Nalıncı keserini elimize veriyor bu adam. Hep kendimize yontmamızı söylüyor.
“Üçüncü tür sevgi benim 'Rağmen' diye adlandırdığım türdür' diyor yazar.
Bu bölümde yazarımız aklı sıra “eğer” ve “çünkü” türü sevgilere(!) eleştirel yaklaşmakta(!) ve gerçek sevginin “rağmen” türü sevgi(!) olduğunu her ne kadar eni konu saçmalasa da, savunmaya çalışmaktadır.
Yazarımızı dinleyelim:
"Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında birşey beklenmediği için 'Eğer' türü sevgiden farklı bu.. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için 'Çünkü' türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan 'Birşey olduğu için' değil, 'Birşey olmasına rağmen' sevilir."
Güzelliğe bakar mısınız? .. Rağmen sevgi..
Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına 'rağmen' sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına 'rağmen' tapar! ..'Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara 'rağmen' sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..”
Yazarımız böyle diyor.
Bakalım:
”Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında birşey beklenmediği için 'Eğer' türü sevgiden farklı bu..” diyerek ilkokul öğrencilerine ders verircesine ayrıma girmesi, yazarın insanlara hangi gözle baktığının da bir göstergesidir. Yazar söylemese sanki okur bunları anlayamayacak!
“Çünkü” türünden olanı ayırırken de aynı şeyi yapıyor. Belli ki yazar kendini merkez, merkezi de herkes sanıyor yarım yamalak mantığıyla...
Gelelim zurnanın “zırt” dediği yere.
Bu Esmeralda ve Quisimodo kimdir, necidir bilmem. Zaten bireysel kimliklerinin de bir önemi yoktur benim için ve ben bu isimleri “simge” olarak kullanacağım ama, birbirlerini nasıl “sevmişler” önce ona bakalım:
Quisimodo çok çirkin ve kamburu olan bir insan, ama Esmeralda onu buna “rağmen seviyor !”.
Quisimodo ise Esmeralda’yı “çingene olmasına rağmen seviyor!”
Birincisinde bir insanın fiziki özürlülükleri ön planda... Bir insanın fiziki olarak özürlü olmasını “sevilemez” kıstasına bağlayan bu ucube yazar, ikincisinde de baltayı taşa vurarak dünyanın dört bir yanına dağıtılmış olan mazlum çingenelerin etnik (ya da ulusal farketmez) isimlerini aşağılayıcı olarak görüyor. Çingene, Çeçen, Kürt, Türk, Alman, İngiliz, Fransız, vb. vb. vb. etnik ve ulusal kimliklerin hiç birinin diğerine göre üstünlüğü olamaz. Çingeneleri küçümseyen ve onları sevilemez olarak niteleyen ırkçı bir zihniyetin bu durumda “sevilecek” insanların sadece Japonlar veya gelişmiş emperyalist / kapitalist toplumlardan olduğunu araya sokuşturmaktadır.
Yazarın mantığını benimsemediğim ve kesinlikle de ciddiye almadığım için, okuru da sıkmamak adına “uydudan bakarak” sadece bu kadar yazıyor ve bitiriyorum:
Sınıflı toplumlarda yaşıyoruz. Her sınıfın belli bir anlayışı olduğu için günümüzdeki toplum ve hatta katmanların (komprador burjuvazi, emperyalist burjuvazi, ulusal burjuvazi, küçük burjuvazi yarı proletarya, proletarya vb. vb. ve bunların “sağ” ve “sol” kesimlerinin) sayısı kadar sevgi tanımlaması bulunmakta ve tam da bu gerekçeyle sınıflı toplumların sevgisi de çıkara dayalı olmaktadır. Bunlar arasında “zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlar”ın arasındaki ve anlayışındaki sevgi çıkara dayalı değildir.
Ve sadece bu sınıfın sevgisi çıkara dayalı değildir.
03 Eylül 2006







0 Yorumlar:
Yorum Gönder