"Ateizm terimi çeşitli nedenlerden dolayı farklı kavramlarla karıştırılmış ya da yanlış kullanılmıştır." diyerek konuya giriş yapan Sayın Yazar, "bilgisince" bazı açıklamalarda bulunduktan sonra şöyle devam ediyor:
Ateizm teriminin yanlış kullanılmasındaki en büyük etmen zaman içerisinde bu terimin bir başkasını itham biçiminde kullanılmış olmasıdır. Bazı kişilerin ateist olmadığı halde çeşitli gerekçelerle inançsız olarak suçlanmaları söz konusu olmuştur. Böyle bir probleme özellikle Ortaçağ Avrupası'nda sıkça rastlanmıştır. O dönemde pek çok kişi kilise tarafından dışlanmış ve inkârcılıkla suçlanarak cezalandırılmıştır. Bunlar arasında da pek çok bilim adamı yer almaktadır. Ancak bu durum her din için de söz konusu olmamıştır.
|
Ateistleri "suçlamak" öncelikle kilise, cami, sinagog gibi tapınakların asli sahiplerince yapılmakta ve bunu da değişik yöntemlerle taraftarlarına / inanırlarına dayatmaktadırlar. Zira ateistler sadece inanmadıkları için değil, ama aynı zamanda kısaca "ruhban sınıfı" diyebileceğimiz bu kesimin çıkarlarını da deşifre ettikleri için "suçlanmaktadır". Diğer "küçük" dinler de aynı olmakla birlikte, üç büyük dinin tüm kurum ve kuruluşlarının yıllık onlarca milyar doları bulan geliri ve hiçbirinin hiçbir yerde, hiçbir zaman vergi ödememeleri ve neredeyse sıfır giderlerine çomak sokmak, evet; yeterince "suçlanma", hatta kimi kez de katledilme nedeni(!) olmaktadır. Ve bu para, hiçbir ahlaki kural tanımadan kimi zaman açıkça kimi zaman dolaylı olarak halkın cebinden alınan paralardır.
Ancak;
Böyle bir probleme özellikle Ortaçağ Avrupası'nda sıkça rastlanmıştır. O dönemde pek çok kişi kilise tarafından dışlanmış ve inkârcılıkla suçlanarak cezalandırılmıştır."
|
diyerek topu İslamiyet'in dışındaki dinlere atmak da ahlaki değildir. Evet; Ortaçağ'da, özellikle engizisyon mahkemelerinin hüküm sürdüğü dönemlerde tek tek ve toplu katliamlar ayyuka çıkmıştır. Kendisi gibi inanmayan herkesi ağır işkencelerden sonra diri diri ateşlerde yakmıştır. Bunlar doğrudur. Ama 2 Temmuz 1993 yılında "Ateist" olarak gördükleri ilerici, aydın insanları her tür insani duygudan yoksun olarak yakanlar ne Hıristiyan'dı, ne Yahudi'ydi ne de çağımız "Ortaçağ"dı… Yakanlar, "Allah-u Ekber!" çığlıklarını atan Müslümanlardı. Tek tek gerçekleştirdiğiniz ve aralarında bilim, sanat, edebiyat, teoloji ve diğer alanlarla uğraşan yetkin insanlara yönelik katliamlarınızı ise bilmem nasıl saymalı… Gözümüzün içine baka baka "Ancak bu durum her din için de söz konusu olmamıştır." diyerek İslamiyet'i ayrı tutmaya çalışma "kurnazlığınız", ama bir taraftan böyle söylerken diğer taraftan da, " Ateist ithamının bazı teorik ve pratik gerekçeleri bulunabilmektedir." demeniz sizlerin ne kadar "doğru" insanlar olduğunuzu da gösterir. Birazdan buraya değineceğimi belirterek devam edeyim:
Buna karşın bazı kişiler de inanç kavramının sınırlarını geniş tutarak, dışarıda kimseyi bırakmamış, ateist olduğunu iddia eden kişileri dahi inançlı görmeye ve göstermeye çalışmıştır.
|
Aynı düşüncedeyim!
Bu konuda Diyanet ve çevresinde, hatta kimi tarikatlarda ve siyasal partilerde bu söylediğiniz uygulanıyor. Bir internet araştırmasıyla binlerce örneğe rast gelinebilir ama bir tane örnek vermenin yeterli olduğunu düşünmekteyim.

18 Mayıs 2011 tarihli Hürriyet gazetesinin Avrupa baskısında yer bir habere göre dönemin Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak, bizim açımızdan hiçbir anlamı olmayan, ama inanırları ve taraftarları açısından ciddi(!) önemi bulunan kimi şeyler söylüyor. Bu söylediklerinden biri, konumuz bağlamında biz ateistlerle ilgilidir ve iddiasına göre sofraya "besmele çekerek" oturmaktaymışız!
Kamalak ve benzeri kişiler niye böyle söylüyorlar? Teolojik anlamda hiçbir inanca sahip olmamamıza, bunu da gerekçeleriyle açıklamamıza rağmen "inançlı" insanlar neden ateistlerin de "inanca sahip" olduklarını iddia(!) etmektedirler?
İlk mesaj, tüm insanların şöyle veya böyle ama mutlaka bir "inanca" sahip bulunduklarını söyleyerek inanırları bu yönde iyice sıkıştırmaktır. Bu mesajı alan inanır, aslında tüm insanların inançsız yaşayamayacaklarını "öğretilmiş çaresizlik" ile kabul edecektir.
İkinci mesaj, tanrıyı ya da dinleri reddetme konusunda henüz kararsız olanları etkilemektir.
Üçüncü mesaj, insanları diyalektik düşünce biçiminden uzaklaştırarak önlerine dikecekleri engelle dine yönlendirme çabasıdır.
Dördüncü mesaj ise, ateistlerin de bir inanca sahip olduklarını söyleyerek sözüm ona ortak bir payda sağlamak(!), daha açık bir ifade ile yaltaklanarak kafa bulandırmak ve az da olsa engellemeye çalışmaktır. Zira biz ateistler bilimsel anlamda "Besmele"yi ve benzeri "başlangıç izinlerini" buruşturup hak ettiği yere göndereli yaklaşık iki asır oldu.
Ateist ithamının bazı teorik ve pratik gerekçeleri bulunabilmektedir. Bunların arasında Tanrı hakkında farklı yorumlara sahip olmak, geleneksel anlayıştan kopmak, mevcut yerel inançlara aykırı şeyleri dile getirmek, ya da toplumun mevcut değer ve ilkelerine ters düşmek gibi etmenler bulunabilmektedir. Bu konuda tarihte Sokrat ve eski Mısır krallarından Akhenatan gibi iki önemli örnek bulunmaktadır. Bu kişiler, içerisinde yaşadıkları toplumun dünyevî Tanrılarını (paganlar), mevcut dinî sembollerini ve ilgili figürlerini benimsemediği için ateist olmakla itham edilmiş ve yargılanarak öldürülmüşlerdir.
|
Minareyi çalanın kılıfı uydurmasından daha "normal" ne olabilir ki! Ancak bu "kılıf" insana şaşkınlıktan küçük dilini yutturacak kadar cahilce olunca, format da değişiyor…
Her şeyden önce İslamiyet tarafından yapılan bir ateist ya da kâfir "suçlaması"nın sonucu, şansınız varsa hemen, şansınız yoksa işkenceyle öldürülmeniz anlamına geliyor. Konuyla ilgili olarak sadece Bakara Suresi'nde bile çok ayet var ama "sıkışıp kalmamak" için farklı ayetlere de başvuracağız. İşte size birkaç ayet ile örnek:
Bakara Suresi, Ayet 191: Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, öldürmeden daha şiddetlidir. Yalnız Mescid-i Haram yanında onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.
Al-i İmran Suresi, Ayet 131: Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının.
Nisa Suresi, Ayet 101: Yeryüzünde sefere çıktığınızda kâfirlerin size bir kötülük yapacağından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir vebal yoktur. Kuşkusuz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.
Tevbe Suresi, Ayet 73: Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla savaş. Onlara karşı katı ol. Onların varacakları yer cehennemdir ve orası ne kötü bir yerdir.
Bu konuda hadislere hiç değinmiyorum bile… Zira, değil ki tüm dinleri ve tanrıyı reddetmek, dinden dönmenin cezası da ölümdür! Bunu Sayın Topaloğlu da bilir, Diyanet de bilir, Sayın Kamalak da bilir, ama işlerine gelmez.
Sayın Topaloğlu'na ve Diyanet'e "Kısa Tarih" Dersi
Her şeyden önce Sayın Topaloğlu kendi dinini bile yeterince bilmediği gibi, tarih biliminden de hiç haberi yok. Tarihte yazarın iddia ettiği gibi iki örnek değil, binlerce örnek bulunmaktadır. Din taraftarlarınca yapılan yüz binlerce katliam eylemini sadece iki örnekle "açıklamaya" çalışmak, bu katliamları hafızalardan silmeye yönelik aptalca bir çabadır. Az önce bu konuya değinmiştim ancak ayrıca konuya değinen "Düşünceye Yasak Koymak"(1) isimli makalemde bile birkaç örnek verdim; bunlardan biri, Sokrates'tir. "Ekler" bölümünden okuyabileceğinizi söyleyerek derse geçelim:
Ey cahillik abidesi yazar, ismini bile yazamadığınız biri hakkında ne diye ukalalık yapıyorsunuz, bilmem ki! İlk olarak Mısır kralının ismi Akhenatan değil, Akhenaton'dur, ancak bu ismi sonradan almıştır; ilk ismi Amenhotep idi ve dönemin Mısır tanrılarından olan Amon'a atfen "Amon'un sevdiği" anlamına gelmekteydi. İkinci olarak Akhenaton, "Tek tanrılı din"(ler)e geçişin önemli km taşlarından biridir. Çok tanrılı dinden tek tanrılı dine geçişte kurduğu dinin ismi Aten'dir ve "şekil A"da da görüleceği üzere dinsiz ya da ateist değil, tam tersine bir din kurucusudur. Üçüncü olarak ise, artık inandığınız tanrı size Akhenaton'un öldürüldüğüne ilişkin "e-vahiy" mi gönderdi, nedir, bilemem ama Mısır'ın bu eski kralı öldürülmemiştir! Adam eceliyle ölmüştür. "Şeytan icadı" bile olsa elinizin altında internet diye bir teknoloji harikası araç var. "Şeytan icadı" diye bakmaktan korkmayın, interneti kullandığınız için alacağınız "günah" miktarı, insanları yalan-yanlış, çarpık ve sahte bilgilerle sahtekârca donatma eyleminden daha az olacaktır. Ve son olarak ise Akhenaton hiçbir zaman dinsizlik veya ateistlikle suçlanmamış, kendisinin ölümünden sonra ayakta duramayan Aten dini karşıtlarınca düşman ilan edilmiştir. Aynı sizlerin Yahudileri ve Hıristiyanları düşman ilan etmeniz gibi… Hepsi bu!
İlk müslümanlar da Kâbe'de bulunan putların kutsallığını reddetmiş, onları tapılmaya lâyık varlıklar olarak görmemişlerdir. Ayrıca toplumda yaygın olan sihir, büyü ve falcılık gibi bâtıl inançları da kabul etmemişlerdir.
|
Muhammed'in Büyücülüğünü Bilmiyor musunuz?
Küçük bir düzeltme: "Büyü", Türkçe bir kelimedir; "Sihir" ise Arapça bir kelimedir, Türkçe'ye oradan geçmiştir ve "Büyü" demektir. Oysa Yazar sinonim olan bu sözcüklerin arasına bir virgül koyuyor. Belli ki "sihir" ve "büyü" kelimelerinin onun için "ayrı anlamları" var!
Sayın Yazar'ımız burada aklı sıra büyü, fal gibi şeylerin İslamiyet'te yer olmadığını ima etmeye çalışıyor(!) ama her bir kelimesinde biraz daha batıyor. Oysa bizzat İslamiyet'in kurucusu tarafından büyülerle şifa dağıttığı(!) kendi kaynaklarında yeterince bulunduğu gibi, bu durum ayet ve hadislerde de bulunmaktadır. Aşağıda da göreceğimiz gibi büyünün gazabına(!) uğrayanlardan biri İslam peygamberidir ama diğer taraftan bizzat "üfürükçülük" yapan da kendisidir.
Örneğin Bakara Suresi'deki bir ayete göre Hârût ve Mârût isimli iki meleğe büyü ile ilgili bir şeylerin bizzat tanrı tarafından bildirildiği "gerçeği" var! Bu iki meleğe "büyü" öğretilmektedir. İşin garibi, öğretilen bu büyüler arasında "karı-koca"yı ayıracak türden (Bak şu Allah'ın yaptığı işe!) olanlar da var!
Okuyalım:
Felak Suresi Ayetler: 1-2-3-4-5: De ki: "Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım."
Burada doğrudan Muhammed'e seslenen Allah, büyücülerin kötülüklerinden kendisine sığınılmasını istiyor. Devam edelim:
Bakara Suresi, Ayet 102: Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil'deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, "Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme" demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Halbuki onlar, Allah'ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi.
Bir de Hadis'lerden, Muhammed'in karılarından Aişe'nin sözleriyle örnekleyelim:
"Peygambere büyü yapılmıştı. Öylesine ki, Peygamber, yapmadığı şeyi yaptığını sanıyordu. Sonunda bir gün dua etti, bir daha, bir daha… Ve konuştu:
-Aişe! Biliyor musun, neyle iyileşeceğimi Tanrı bana bildirdi. İki kişi (iki melek: Cebrail ve Mikail) geldi bana. Biri başucumda, öbürüyse ayakucumda durdu. Biri öbürüne:
-Bu adamın hastalığı nedir? diye sordu.
-Buna büyü yapılmış.
-Bu adama büyü yapan kim?
-A'sam oğlu Lebib.
-Büyü nasıl (neyle) yapılmış?
-Bir tarakla saç ve sakaldan alınan kıllarla yapılmış. Bir de erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığıyla…
-Büyü nerede yapılmış?
-Zervan kuyusunda.
Peygamber çıkıp kuyuya gitti. Sonra dönüp geldi ve şunları söyledi:
-Aişe, kuyunun yanındaki hurma ağaçlarının uçları, şeytan başları gibi…"
Bkz: Buhari, e's-Sahih, Bed-ül Halk / Tıb/ 47,49; Tecrid, Hadis no 1352. Ve öteki hadis kitapları."(2)
Bu hadiste sorgulanması gereken birçok şey var. Örneğin Tanrının Muhammed'i neden koruyamadığı, gelen meleklerden biri konuyu bilirken diğerinin neden bilmediği, nasıl "iyileştiği" vb. konumuz olmadığı için geçiyor ve görüldüğü üzere Sayın Yazar'ın iddia ettiği gibi İslamiyet "büyü"yü bir batıl inanç olarak görmüyor.
Bir başka hadisi okuyalım:
"Ekva oğlu Seleme Hayber'de bacağından yaralanır. Muhammed'e gelir. Muhammed "üç nefes" eder, yani okuyup "üç kez üfürür" ve Seleme iyileşir.
Bu hadis başta Buhari olmak üzere birçok hadisçinin eserlerinde bulunmaktadır. Muhammed bununla da yetinmez. Nazara, böcek ısırmalarına ve kimi zehirlenmelere karşı da üfürükçülük yapmaktadır. Bu da yetmez, Müslümanlar arasında "Yıldızname"ye bakarak kimi falcılıklar ve "iyileştirmeler" de yapıldığını(!) tüm toplum biliyor.
Dürüst olun!
Yüzyılımızda özellikle inançsızlığın ideoloji olarak yaygınlaştığı ve hâkim olduğu yerlerde yukarıdaki durumun tam tersi söz konusu olmuştur. Geçmişte olanların tersine inançlı olmak sorun olmuş ve pek çok insan Tanrı'ya inandığı ya da öyle gösterildiği için zor durumda kalmıştır.
|
Bu nasıl bir iftiradır, bu nasıl bir yalan ve çarpıtmadır, bu nasıl bir "doğruluk"tur ve bu nasıl bir vicdandır, anlamak mümkün değil. Sizin bu söyledikleriniz nerede olmuştur, ne zaman olmuştur, nasıl olmuştur ki tek bir örnek bile veremiyorsunuz! Biz sosyalist devrimcilerin (haydi bunu daha de genelleyeyim) ateistlerin bu yönlü tek bir davranışını örnekleyebilirseniz bu kitabımı halkın önünde sayfa sayfa yiyeceğime söz veriyorum. Buna karşılık sizin, hiç değilse bundan sonraki yazılarınızı dürüstçe, namusluca yazacağınız sözü benim için yeterli olacaktır.
Var mısınız?
Kapitalizme karşı mücadele eden sosyalistler ateizmi ve dinsizliği, mücadelelerinin bir parçası olarak görmüşler, devrim gerçekleştirdikleri yerlerde de kitleleri dinsizliğe yöneltmişlerdir. Dolayısıyla bu hareketlerin içerisinde yer alan, ancak herhangi bir dine inanan (yahudi, hıristiyan veya müslüman) binlerce insan yapay istatistiklerle ateist olarak gösterilmiştir. Bu kişilere gerçekte ne oldukları, ne düşündükleri ve neye inandıkları sorulmamıştır. Yine bunların yalnız başlarına kaldıklarında, ideolojilerden bağımsız bir şekilde verecekleri kararları de dikkate alınmamıştır.
|
Bu paragrafta hem yarım doğru, hem de yanlış; daha doğrusu, yine hiçbir etik kural tanımadan çarpıtma ve karalama var.
Doğrusu, biz sosyalistlerin kapitalizme karşı mücadele ettiğidir ama bununla sınırlı değildir. Tam doğrusu kapitalizme, emperyalizme, feodalizme, her türden faşist diktatörlüğe ve yine her türden gericiliğe karşı mücadele ettiğimizdir, diyerek devam edeyim: Ateizmin veya dinsizliğin mücadelemizin bir parçası olarak görüldüğü de doğru. Sizin bu tür yalanlarınızla, çarpıtmalarınızla, yaptığınız ve yapmakta olduğunuz mide bulandırıcı din bezirgânlıklarınız sonucu milyonlarca insanların beyinlerini 1400 yıl öncesine çivileyip ilerlemelerine, insan gibi yaşamalarına engel olmanızdan dolayı, kaçınılmazdır. Ama sizler, bunun sonucu olarak sermayenize sermayeler katarken ne hikmetse Allah korkusu veya cehennem gibi dilinize pelesenk ettiğiniz şeyler hiç aklınıza gelmiyor!
Devrim yaptığımız yerlerde olduğu gibi, yapacağımız yerlerde de insanları ateizme yönlendirdiğimiz ve yönlendireceğimiz doğrudur. Ne var ki, sizin iğrenç anlayışınızla; "Ya benim gibi inanırsın ya da katlin vaciptir!" şeklindeki bir "yönlendirme" ile olmamıştır, olmayacaktır. Yönlendirme yöntemimiz, tamamen bilimsel ve insani format içerisinde olmuştur, olacaktır. Bu format da diyalektik ve tarihsel materyalist formatın ta kendisidir. Konumuz bağlamında konuşacak olursak, devrimci sosyalist bir eğitim ile; evrim teorisinin muazzam yakıcılığı eşliğinde dinlerin tarihi ama Türkiye'nin konumundan ötürü özellikle İslamiyet gerektiği kadar sunulacaktır. Bu sunumlar içinde Ay'ın hiçbir zaman ikiye bölünmediğini, hele de her bir parçanın Hira gibi yumurta büyüklüğündeki dağın yanlarına "düştüğü"; Musa'nın Firavundan kaçarken (Tanrısı niye korumuyorsa!) Kızıldeniz'i asasıyla ikiye ayırarak kurtulması saçmalıkları ve daha niceleri olacaktır.
Sonrasında ise birey özgürdür; ister bu uyduruk şeylere inanır, isterse inanmaz.
Dipnotlar:
----------------------------
1) Bkz: "Düşünceye Yasak Koymak" isimli makalem.
2) Aktaran Turan Dursun, Bkz: Din Bu 1, sayfa 117






0 Yorumlar:
Yorum Gönder