Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan
Tarih, 4 Mart 1971’i gösterdiği zaman birçok şeyin yanında, Türkiye devrimci hareketinin de oldukça önemli bir olayının doğumuna tanıklık ettiğini bilmiyordu. Sonradan öğrendi ve bu bilgiyi Türkiye devrimci hareketinin içinde yer alan veya almayan on milyonlarca insana sundu. Bu tarihte Ankara’da Gölbaşı semtinde dört ABD’li askerin kaçırılmasını bildiren ve üstlenen bir bildiride, ülke- mizin emperyalizmin işgali altında olduğu, hainlerden ve işbirlikçilerden “temizlendikten sonra” tam bağımsız demokratik bir Türkiye’nin hedeflendiği vurgusu yapılıyordu.
Bu bildiri, bir anlamıyla da bir “Kuruluş Bildirgesi”ydi.
Amerikalılar birkaç gün sonra serbest bırakılırken, bildiriyle birlikte Türkiye devrimci hareketi yeni bir isim tanıdı: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu!
Ya da kısaltma haliyle THKO!
Deniz Gezmiş, yoldaşlarıyla birlikte sınıf mücadelesinin içine artık örgütsel olarak da girer.
Türkiye Devrimci Hareketi’nde olduğu gibi uluslar arası devrimci hareketlerde de aynı döneme gelen yüzlerce irili ufaklı çıkışlar yapılmıştı. Tarihe “68’liler” olarak damgasını vuran bu çıkışların bir nedenini emperyalizm ve diğer halk düşmanı sistemlerin baskılarına karşı toplumsal “doğal” çıkış oluştururken, günün koşulları dikkate alındığı zaman en az o “doğal” neden kadar önemli olan bir başka olgu daha vardı: Çin’de, Başkan Mao tarafından başlatılan ve bizzat onun tarafından yönetilen ve yeryüzünde hala “Tek” olma unvanına sahip “Büyük Proleter Kültür Devrimi”dir (BPKD). Ülkemizdeki devrimci sınıf mücadelesi tarihinin yakın zaman önderleri olan İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş gibi devrimci ve komünist önderler, bu BPKD’nden önemli ölçüde etkilenmişlerdir.
Aslında Deniz Gezmiş’in ismi THKO ile duyulmadı; O, henüz 19 yaşındayken TİP üyesiydi ve ilk eylemi İstanbul’da Türk-İş isimli sendika üyesi belediye işçilerinin kendilerini işten atmaya çalışan belediye başkanına karşı başlattıkları eylemdi. 31 Ağustos 1966 tarihindeki bu eylemde tutuklananlar arasında Deniz Gezmiş de vardı ve sonraları birçok kez daha gözaltına alındı, tutuklandı, yargılandı.
1968’in özellikle ikinci yarısından sonra ivme kazanmaya başlayan sınıf mücadelesi bir başka protesto ile yine tarihe not düşecekti: 15 Temmuz 1968 yılında ABD emperyalizmine ait Dolma bahçe açıklarına demirlemiş olan 6cı Filo’nun protestosu vardı. Emperyalizmin savaş gemilerinin Türkiye’de ne işi vardı? Defolup gitmeliydi! Ve öyle de oldu! İlk eylem ABD bayrağının indirilmesiydi. Sonra ABD askerlerinin dövülmesi ve çatapat yağmuruna tutulması izledi. Taksim’deki Atatürk Anıtı’na ABD askerlerince konulan çelenk parçalandı. Öğrenciler Amerikan emperyalizminin bu minik temsilcilerine karşı eylemlerini sürdürürken, Emniyet Amiri Necati Karahasanoğlu, Gümüşsuyu yurt binası önünde öğrencilere sataşarak bağırıp çağırmaya başlar. Çıkan arbede sırasında öğrenciler Karahasanoğlu’nu yurdun içine soktular. Karahasanoğlu serbest bırakıldıysa da, ertesi sabaha karşı polisler yurda baskın düzenleyerek öğrencileri dayaktan geçirdi. Yurdun en üst katına kaçanlardan İÜ Hukuk Fakültesi öğrencisi ve TİP üyesi Vedat Demircioğlu aşağı atıldı. Hastaneye kaldırılmasına rağmen ertesi günü yaşamını yitirdi.
Ertesi günü Taksim’de yapılan yürüyüşte Amerikan askerlerini dövenlerden biri olan Deniz Gezmiş, gözaltına alınanlardan da biri oldu ve yaklaşık 2 aylık bir tutukluluktan sonra serbest kaldı.
Siyasal çalışmaları yüzünden okuldan kovuldu.
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi aracılığıyla yakın yoldaşı Cihan Alptekin ile birlikte gerilla eğitimi için Filistin’e gitti. Dönüşünden kısa bir süre sonra yine tutuklandı. Tutuklandığı gün yoldaşı Taylan Özgür Beyazıt meydanında faşist katillerce öldürüldü.
Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil’in grubuna da gerilla savaşı önerisi götürdü. Bu, THKO’nun ilk çalışmalarıydı. İnan ve Cemgil, “Vietnam kasabı” olarak tanınan Amerika’nın Ankara büyükelçisi olarak atanan Robert Commer’in arabasını ateşe verip yakmışlardı. Birkaç eylem daha yapmasına karşın aslında yazılı bir tüzüğü olmayan THKO, kendi içinde doğal önderliğe ayrışıyordu: Çeşitli bildirilerde de açıklandığı gibi tüm halk ile bütünleşerek emperyalizme karşı gerilla savaşını öneriyordu.
Emperyalizmin ülkemizdeki yönetici şubesi olan ABD Büyükelçiliği’nin arabasının kurşunlanması ilk eylemdi. Yaklaşık 1 ay sonra İş Bankası soyuldu. İlk yarı resmi açıklama geldi: Deniz Gezmiş, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan açık mektubunda babasına şöyle sesleniyordu:
“Baba, biz Türkiye’nin 2. Kurtuluş savaşçılarıyız. Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı 1. Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları. Düşün baba, bugün hükümet, işini gücünü bırakmış bizimle uğraşıyor. Çünkü bizden başka gerçek muhalefet kalmamış durumda...”
Şubat ayında bir ABD askeri kaçırıldı ve serbest bırakıldı. Mart ayında ise Ankara Gölbaşı’ndaki üste görevli 4 ABD askeri kaçırıldı. Yayınladığı bildiriyle de Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurulduğunu resmen açıkladılar.
Tam da bu dönemlerde Amerika’nın iktidardaki kuklası olan Adalet Partisi’nin başı olan Demirel hükümetine karşı “çekirdek” konumundaki birkaç komünistin dışında herkes “sol bir darbe” beklentisi içindeydi. 12 Mart günü generaller hükümete muhtıra verdiler. Bu, devletin daha da saldırganlaşacağı anlamına geliyordu. Demirel’in şapkasını eline veren cuntacı generaller, onun yerine Nihat Erim’i getirdiler.
Darbenin ardından THKO önder kadrosu Ankara’dan çıkarak daha önceden Maraş, Adıyaman ve Malatya bölgelerinde üstlenmiş olan yoldaşlarına katılmak üzere yola koyuldular
Önce Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan yola çıktılar. Sivas’ın Şarkışla ilçesinde yolları kesildi. Yusuf Aslan, kasığından aldığı kurşun yarası sonucu yaralı olarak ele geçti. Deniz Gezmiş ise yola devam dedi ama:
“Şarkışla’ya düşürmesin, oy oy
Allah sevdiği kulunu, oy
Gemerek’te çevirmişler
Deniz Gezmiş’in yolunu”
Denizler’den birkaç gün sonra yola koyulan ve Kayseri’deki akrabalarına giden Hüseyin İnan, orada tuzağa düşürülüp yakalandı. Nurhak’a ulaşmayı başaran Sinan Cemgil, yoldaşlarının yakalandığı haberini alınca yine ABD üssünü basarak alacakları Amerikalı asker esirlerle yoldaşlarının takasını gerçekleştirmek istiyordu ama ne yazık ki o da kuşatma altındaydı. Buna rağmen eylemi gerçekleştirmek üzere bir grup yola çıktı:
“Nurhak sana güneş doğmaz
Uçan kuşlar yuva kurmaz
Dökülen kan yerde durmaz
Soracağız hesabını!”
İnekli Köy’ün yakınlarında faşizmin kolluk güçleriyle çatışma çıktı: Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan isimli yiğit devrimciler ölümsüzlükle buluşurken diğerleri esir düştüler faşizme... İstanbul’da ise Ömer Ayna ve Cihan Alptekin’in de yakalanmasıyla THKO’nun tüm önder kadroları ya faşizme tutsak düştüler ya da güneşe uğurlanarak ağır darbe aldılar...
“Böyle kalır sanma devran
Yola devam eder kervan
Öldü Sinan, doğdu Taylan
Omuzladı silahını”
Ok yaydan çıkınca hedefini bulmasa bile hedefine doğru gider. Bu dönemde, THKO’ndan çok kısa bir süre sonra bir başka radikal devrimci hareket kuruldu: Önderliğini Mahir Çayan’ın yaptığı Türkiye Halk Kurtuluş Partisi / Cephesi.
THKP/C’nin kuruluşu kuşkusuz ki devrimci hareketlere önemli bir moral oldu. Çünkü Mahir Çayan önderliğindeki THKP/C radikal devrimci bir hareketti ve kuruluşundan kısa bir süre sonra dünyanın jandarmalarından biri olan İsrail’in İstanbul Başkonsolosu ajan Efraim Elrom kaçırıp öldürmesiyle kararlılığını göstermiş oldu.
“Gece Elmalı’ya varmış ooy, ooyy
Hamamcı Ali’yi sormuş oyy
Uzatmalı itin teki
Yusuf’u gaflette vurmuş”
Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının mahkeme süreçlerine doğrudan müdahale eden Genelkurmay, onların 146/1ci maddeden; yani “anayasayı tağyir, tebdil ve ilga”dan dolayı, yani anayasal düzeni(!) değiştirmekten yargılanmasını istedi ki, bunun cezası idamdı ve bu müdahale ile de öyle oldu. Çünkü bu yargılamada tereddüt eden mahkeme, yine Genelkurmayın emri ile değiştirildi ve generallerin istemi doğrultusunda karar verdiler. 10 Ocak 1972 yılında Askeri Yargıtay 2ci Dairesi’nin THKO davasından üç fidanın idamını onaylaması, diğerlerinin de çeşitli mahkûmiyetler almasıyla bitti.
“Olayıdım olayıdım
Okur yazar olayıdım
Deniz mahkemeye düşmüş
Avukatı ben olayıdım”
Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idamına karşı irili ufaklı çeşitli kampanyalar başlamıştı. Sıkıyönetim ilan edilerek ülke fiilen askeri faşist diktatörlükçe yönetilince kampanyalarda azalma oldu. Öyle ki, önceleri Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idamına karşı kampanyada yer alan bazı milletvekilleri bile vardı ama 450 kişilik mecliste yapılan oylamada 245 üye evet derken, sadece 63 duyarlı milletvekili karşı çıkmıştı. Cumhuriyet Senatosu’ndaki 183 üyeden ise 105 üye onayladı faşizme ve emperyalizme karşı mücadele eden bu üç dağ kartalının idamını...
“Halkımız unutmaz sizi
Deniz, Yusuf, Hüseyin’im
Biz devraldık kavganızı
Deniz, Yusuf, Hüseyin’im”
Yoldaşları ve diğer yol arkadaşları devreye girmek için ne beklediler, ne tereddüt ettiler... THKO önderlerinden Cihan Alptekin ile Ömer Ayna ve THKP/C önderleri Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz İstanbul Maltepe’deki Askeri Cezaevinden “devrimci firar” haklarını ustaca kullandılar. Ancak Şubat ayı içinde bu kez Ulaş Bardakçı güneşe uğurlanırken, Ziya Yılmaz tekrar tutsak düştü.
Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, yoldaşları Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamını engellemek için THKP/C’den Mahir Çayan ve yoldaşlarıyla plan yaptılar.
Ordu’ya bağlı Ünye ilçesindeki Amerikan üssünde görevli üç kişi kaçırıldı. Deniz’lerin idamlarının durdurulması karşılığında rehinlerin serbest bırakılacağını söylediler.
“Kızıldere, Kızıldere
On yerinde yara bere
Mahir gardaşı vurdular
Haber sal gittiğin yere”
Ancak 30 Mart’ta Kızıldere’de sıkıştırıldılar. Çıkan çatışmada Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte THKP/C’nin önderleri de şehitler kervanına katıldılar. Mahir Çayan ve yoldaşlarının bu davranışı, devrimci dayanışmanın en güzel örneklerinden birinin kaydı olarak düştü mücadele tarihine.
İnfaz günü hızla yaklaşıyordu. İdamları engellemek adına 3 Mayıs’ta uçak kaçırma, ertesi günü 4 Mayıs’ta ise Jandarma Genel Komutanlığını hedef alan eylemler yapıldı ama...
“Darağacı darağacı
Yıkar sizi halkın gücü
İçimizde öfke acı
Deniz, Yusuf, Hüseyin’im”
Halkımızın üç yiğidi, üç kahramanı, üç devrimci asisi, üç kızıl gülü, üç onuru...
Ezilen, sömürülen emeğin hakkı ve haklılığı için en önde yer alan bu yiğitler, idam sehpasına giderken de, kendi taburelerini kendileri tekmelerken de aynı kararlılıkla, aynı onurla, aynı gururla davrandılar. Öyle ki, değişik yer ve zamanlarda olayın görgü tanıkları (hâkimler, savcılar ve diğer yetkili cellâtlar) bu korkusuzluk, bu fedakârlık karşısında ağladıklarını itiraf etmişlerdir.
Evet; bizler böyleyiz! Bizler cellâtlarımızı bile ağlatacak kadar halka bağlıyız!
Kahramanlığımızı yaza yaza, yiğitliğimizi yaza yaza, fedakârlığımızı yaza yaza tarihin sayfalarında yer kalmadı!
Bir isyandır Denizler, Yusuf’lar Hüseyin’ler!
Bir isyandır İbrahim'ler, Mahir’ler, Mazlum’lar!
Çünkü biz halkız; biz isyanız faşizme ve işbirlikçilerine!
Anılarınız önünde saygıyla eğiliyorum.
Yaşasın devrimci sınıf mücadelemiz, yaşasın halkların kardeşliği!
4 Mayıs 2005






0 Yorumlar:
Yorum Gönder